SERDAR TUNCER - HEPİMİZ CANLI BOMBAYIZ (14.01.2016)



Kendi öz bedenimizden başlayarak, elbiselerimiz, odamız, mahallemiz, şehrimiz, ülkemiz, dünyamız, galaksi, evren ve ötesi, hepsi birden bizim dışımızdır. Ruhunun mânâsına gerçek bir idrâk ile erebilen kişi için, bedeni ile evrenin en uzak noktası arasında, kendi dışı olmak itibari ile hiç bir fark yoktur.

Bir yıldızı umarsızca yutuveren kara delikten, bir çocuğun gözlerinde aniden beliriveren ışıltıya, başımıza düşen kar tanelerinden, Suriye'ye yağan bombalara kadar her şey bizim dışımızda ve fakat aslında aynı mesafeden cereyan etmektedir.

Bu şuur düzleminde, sorumluluk açısından, gözümüze kaçan toz zerresinden, gözümüzü kamaştıran güneşe kadar yaratılmış her bir şey gözümüz kadar bizim; sahiplik mânâsına ise, görmeyiverse kâinatımızın simsiyah bir perdeden ibaret kalacağı gözümüz dahi, kâinat üzerinde herhangi bir hak iddia edemeyişimizden daha kesin ve keskin bir ölçü ile katiyen bizim değildir.

İşte bu dengeyi alt üst etmekle başladı, canlı bomba oluş hikâyemiz.

Sahiplik arzumuz sorumluluk ihmâline dönüştü. Her şey bizim olsun derken biz kendimizden bir başkası olup çıktık. Sorumluluktan anlamadığımız sahiplikten anladığımızı değiştirdi. Kendimize dahi sorumsuz oluşumuz, bizim bize ait olmadığımızı unutturdu bize. İçimiz ve dışımız arasındaki muazzam irtibat ve ahenk böylece kayboldu.

Hayır! Reddediyorum bu ifadeyi! Levra, irtibat iki şey arasında olur. Âfâk ve enfüs, zâhir ve batın, iç ve dış birdir. Bu ikiyi bir görememek şaşılıktır!

Şaşkınlığımızla üst alt olan dengemiz işte böyle şaşılığa dönüştü.

Nazarımızı içe çevirdikçe, dışımızda olan biteni net görebilme kabiliyetimiz, bakışlarımızı dışa çevirdikçe içimizde olup bitmeyene kör oluşumuzla neticelenip yok oldu.

İçimizle meşgulken, dünyanın bize en uzak köşesinde açlıktan kıvranan bir insanın varlığı, kendisinden haberimiz olmasa bile kalbi bir sezişle–niye'sini bilemesek de- iştahımızı kaçırır, sofradan kaldırırdı bizi. İnsan olmak böyle bir şeydi. Dışımızda yaşanan her şeyden haberdâr olduğumuz bu çağda, aynı adamın açlıktan ölüş haberini sofra başında seyrederken ziyâfete devam edebilişimiz, o adamın sadece haberi, bizim kendi içimizde ölüşümüzün ise tescilidir. İnsan kalamamak da böyle bir şey.

Artık hepimiz canlı bombayız.

Canlı bombasıyız kendimizin hepimiz. Kalbimizden başlayarak, bizi insan kılan her neyimiz varsa işte onları ve nihayet ömrümüzü patlatmakla geçiyor ömrümüz.

Mütemâdiyen patlatıyoruz kendimizi. Çektiğimiz pimlerin, bomba yapımında kullandığımız malzemelerin adı değişiyor sadece: Nefsimiz, hevâ ve hevesimiz, dünya sevgimiz, ölüm korkumuz, gelenekten kopuşumuz, gelecek algımız, savrukluğumuz, dengesizliğimiz, şuursuzluğumuz, ilimsizliğimiz, amelsizliğimiz, ihlâssızlığımız...

İçimizde patlayan her bombayla beraber, irfânımız, izânımız, insâfımız yaralanıyor, iyiliğimiz, güzelliğimiz, kardeşliğimiz can çekişiyor, adâletimiz, insanlığımız, iddiamız ölüyor, görmüyoruz.

Kendimizi değil sadece, mâzimizi, istikbâlimizi, son bir umutla bize dikilen mazlum gözleri, bizim kim olduğumuzu hatırlamamız niyâzı ile göğe açılan elleri, hâlinden muzdarip, olması gerekenden habersiz ruhları patlatıyoruz, farkında değiliz.

İçimizde patlayan her bir bombayla beraber Sultanahmet'in minarelerinden süzülen bin mânâ ölüyor, İstanbul'un asırlarca kendisine vird ettiği ulvî hakikatin tesbihi bir yerinden daha parçalanıyor, anlamıyoruz.

Kendisini bile görmekten aciz gözlerimizi öylesine dışa çevirmiş, öyle itimad etmişiz ki onların var zannettirdiklerine, yokluğu hâlinde varlığın ve varlığımızın hiç bir anlamı kalmayacağı içimize yok muamelesi yapıyoruz.

Hâlbuki dönüp bir baksak;

İçimizde letâiflerden örülü bir İslâm coğrafyası var. İstanbul'u kalp olan ve sözüm ona baharı, gâfil alınan her nefesle kulluk kulluk yaprak döken bir sonbahara dönüşen.

İçimizde ahlâksız bir medya var. İşine gelen zehiri allayıp pullayıp bal diye, işine gelmeyen şerbeti döküp saçıp zehir diye sunmaktan utanmayan.

İçimizde bir muhalefet var. Allah'ın emrettiği her doğruya yanlış diye haykıran.

İçimizde en az 1100 namussuz ahlâk-ı zemime var. İyi insan olmayalım diye her fırsatta nefsimize arka çıkan.

İçimizde hendekler var. Kendimize varmayalım diye kendimizce kazılan.

Bu iman mülkünü, sahibine hakiki bir baharla teslim edip, bu medyayı 'Allah ne der' ölçüsüne mıhlayıp, bu muhalefeti ruh iktidarının potasında eritip, bu namussuzları, sahte aydın apoletlerini sökerek, nurlu ahlâk-ı hamideye tebdil edip, bu hendekleri de aşkla kapatabildiğimiz gün, dışımızda halledemeyeceğimiz hiç bir mesele kalmayacak.

Dışarıdaki dünyaya diriltici bir hayat sunmak istiyorsak, kendi içimizdeki canlı bombadan kurtulmaya mecburuz.

Unutmayalım ki

Başkasına salah götürmek, ancak nefsini ıslah edebilenlerin harcı ve hakkıdır.

ÖZLÜ SÖZLÜK

Göründüğüm gibi mi oldum, olduğum gibi mi görünüyorum dilemmâsından kurtulup, 'ol dediği gibi olamazsam nasıl göründüğümün ne anlamı var' diyerek, kul olmaya gayret edene, görüntüsü ne olursa olsun 'olmuş' denir.

TEFEKKÜR DÎVÂNI

“Bed-asla necâbet mi verir hiç üniforma

Zer-dûz palan ursan eşek yine eşektir”

Diyor ki, bir adamın aslı bozuksa, -yok yâhu, aslı bozuk olana adam denmez.- Bir kişinin aslı bozuksa; makam, titr, ünvan o kişiye asalet vermez. Zira eşeğe altın sırmalı semer vursan eşek yine eşektir.

Şerhine gerek yok, gayet açık. Ziyâ Paşa'ya 1128 kere demem, bir tek Fâtiha okusanız kâfi.

BİRİ VE DİĞERİ

-Biri istese de bizden başkası olamaz; diğeri istemese de bizden başka herkes

olur.

-Biri dünden aldığı ilhamla kalbe mühür vurur; diğeri günden aldığı imkânla kâğıda imza atar.

-Birisi konuşsa kalbin güzelleşir; diğeri konuştukça aklın çirkinleşir.

-Birinin derdi tenvir etmektir, diğerinin sıkıntısı ampul.

Birine kısaca münevver denir, diğerine sadece aydın.

ANLAYAMAM

-Devlete dönüp her fırsatta 'hendek kazanları öldürme' çağrısını, devlet ne demek bilmesem belki anlarım da; hendek kazanlara bir kez olsun 'askere polise dokunma' denmeyişi, kahpelik ne demek, bilsem de anlayamam.

-Şahadetin imzasını atabilmek için sadakatten başka tahsil şart değil, anlarım; ihanetin imzasını atabilmek için bu kadar tahsil niye şart, anlayamam.

-İnciyi sarmalayan sedefi kudret deyip anlarım da; sedefi sarmalayan sancıyı hayret deyip anlayamam.

Yazı Linki: http://www.yenisafak.com/yazarlar/serdartuncer/hepimiz-canli-bombayiz-2026192